A review by ikovski
Yani Rüzgâr Her Şeyi Alıp Götürmeyecek by Richard Brautigan

4.0


beat vuruşlu, şahane bir tarza sahip bu kitap. sonra bahsedeceğim :(


bahsetmeye geldim.

kitap ve yazar hakkında bir şey okumadım, öyle büyük konuşamam. yalnızca tam beat'ın ilk atışlarında büyüyen bir ergenin, çocukluk ve ergenlik dönemindeki bir takım travmalara tanıklık ediyoruz. yazarın hayatına eşlik eden vietnam'ı vesaire düşünce, bu kitabı yazıp intihar edişine şaşmamak gerek.

kitapla uzak akraba olan bir şeyden bahsetmek istiyorum, yukarıdan hareketle. beat edebiyatı (ve kardeşleri) hep uyuşturucu, seks, suç, şiddet gibi "kötücül(!)" şeylerle anılmıştır, çok azı, ben ve bir kaç antik dışında bunu normal karşılayan yok. çünkü beat kendi devinimi, anlığını ve süreksiz sürekliliğini "dramatize" edebilir en fazla. o yüzden hep siktir yemiştir gibime geliyor. halbuki, biz antiklerin dediğini hatırlatmak isterim, WWII'deki çocuk-ergen-genç-yaşlı olan insanlar, intihar etmeyecekseniz çok bir seçeneğiniz yok; çünkü anlatılan gibi bir hayattan başka seçenek yok zaten. son zamanlarda aşırı nedenselci oldum sanırım ondan bu iddiam çünkü süperim.

bu da beni şuna getiriyor; kitap biraz o puslu ışık gibi olmuş. ben hem dönem amerikasına, hem dönem dünyasına hem de bireydeki izlerine birebir 'tanıdıklık' kazandırdığını düşünüyorum ve bunu sadece -bence- protagonist ile yapmıyor; sadece anlatıcının annesinin 'gaz' korkusu bile yeterli, hatta anlatıcıda bir sorun olduğunu sezen öğretmenin anlatıcı-yani bizim oğlanla konuşurken, kendinin sinir krizi geçirmesi gibi. yani çoğunun müsebbibi de savaştır. ki doğrudan ya da dolaylı sürekli bir "umursamama" vurgusu var.

inanılmaz güzel bir roman. bir kere o giriş, ah o giriş.

"Toprağın sadece birkaç kısa gün içinde bir mezar daha olmayı beklediğini o öğleden sonra bilmiyordum."

sohbet havasında, anlatıcı, çocukluğunu anlatırken çocuk, bazen de yetişkin halinde, aslında 44 yaşında bir yazar. canı hamburger yerine kurşun çektiği için mevzuyla başlıyoruz, peşinden de göle eşyalarıyla balık tutmaya gelen şişman bir çift. sooora biz 'çocukken çocuk ölülerinin ona garip geldiği' anlatıcının çocukluğu zamanından başlıyoruz. ama biz asla ne bu hamburger yerine kurşun meselesine, ne de göle eşya ile balık tutmaya gelen çifte gelebiliyoruz. daha doğrusu ufak ufak geliyoruz. gelirken de yolda sürekli bu iki konuya uğruyoruz. yani azar azar kader bize ne yazar. ve ben buna bayıldım. öyle yerinde bir tadı var ki. ne insanı bıktırıyor ne de aşırı merak uyandırıp anlatı tadından çıkarıyor.

anlatım içinde okuyorsunuz tespitleri, bazı kitap böler anlatır, bazısı alt metin verir; bu doğrudan, kendi içinde lafı uzatmadan, süslemeden, dolandırmadan söylüyor; bu yüzden de birer "fact"e dönüşüyor.

"...ve içinde hala biraz anlam, hatta kendi hayatım için kısmi bir cevap aradığımdan ve ben ölüme yaklaştıkça yaklaşırken cevap uzaklaştıkça uzaklaştığından daha da zorlaşan bir hikaye anlatmaya çalışırken, buraya yazdıklarım dışında onlardan geriye bir şey kalmayacaktı."

okuyun ulan sevdim işte oturup sosyal bilimler kasıcam şimdi biraz daha yazarsam
xoxoxo
iko